00:35 - 21 Ağustos 2008
youtube hala kapalı mı yaa?
geçtiğimiz bir hafta boyunca yüzlerce site ve blog "geleceğin internetinin önizlemesini yapıyoruz" kampanyası dahilinde sansüre tepkisini göstererek kendini yine kendi kararıyla engelledi. kampanyanın sonlarına doğru kapanan site ve blog sayısı neredeyse 450'ye vurdu. kendi çapımda birkaç kişiye kapandığımı gösterdiysem ne mutlu bana..

konuyla ilgili bilgilendirme sitesi için:
http://www.sansuresansur.org/
 
21:54 - 17 Temmuz 2008
sistem halt etti!
bazı büyük camilerin girişlerinde elektronik yazı bantları olur. (muhakkak daha anlamlı ve teknik bir adı vardır bunun) burdan namaz vakitleri, hepimizi secdeye yatıracak denli anlamlı islam vecizeleri, makbuz mukabilinde bağış çağrıları falan geçer.. çılgınlar gibi eğlendiğimiz üniversite yıllarında istanbul dışından gelen bir arkadaşla gecenin bir vakti mayhoş vaziyette eve dönüyoruz. şimdi kendisine köylü demek istemem ama üç büyük şehrimiz haricinde daha mütevazi bir vatan toprağından istanbul'a gelmiş ve din kültürü ve ahlak bilgisi bizim gibi metropol çamurunda poka bulanmamış tertemiz bu yağız anadolu çocuğu olan arkadaş bu elektronik bantları camilerde hiç görmemiş olacak ki "aaaa??" gibi bir şaşırma ifadesiyle kolumdan çekiştirip beni camiye bakar bir rotasyonda konumlandırdı, belli ki cevap bekliyor.. banttan geçen hadislere vesaireye paralize olmuş şekilde bakarken bu, birden bold ve kırmızı tonlarda "system halted" yazısı kapladı bu elektronik bantı. yazılımı göçtü heralde, olur bazen.. henüz ağzımdan tek bir kelime açıklama çıkmamış olan bendeniz "ya dedim, istanbul genelinde outdoor bienal tarzı bişey mi ne varmış bu günlerde, bunları da işte bazı camilere koydular. islam sistemine ve din statükosuna eleştiri getiriyo işte. güzel bişey ama di mi?" gibi bir açıklama yaptım. bunun boğazından resmen bir "gulp" efektinin geldiğini duyduğuma eminim, öyle içine oturdu çocuğun.. votka-redbull'un salak gibi güldüren ama insanın iki çift kelamı yanyana getirmesinde bile gözü olan etkisiyle bir şey de diyemedi.. gittik eve yattık sonra. adam (benim muhtemelen eve gidene kadar unutmuş olduğum) bu salakça şakayı öyle bir yemiş olacak ki sabahın dokuzunda o akşamdan kalma kafayla beni çekiştirip "islam düşmanları kazandı, ben gidiyorum abi" dedi, çapaklı gözlerle "bu istanbul çivisinden çıkmış!" tarzı bir şeyler geveliyor karşımda.. "neden bahsediyorsun kuzum sen, daha uykumuzu alamadık, sabah ola hayrola" dememe kalmadan göz yaşları içinde bir başkaldırdı, bir isyankar bu. dünkü meseleyi söyledi bana. "ya olum o şakaydı ya..." diyerek mıncırdım ben bunu.. kozmetik reklamlarında annenin çocuğunu tertemiz beyaz çarşaflı ikiz yatağa çekip gıdıklamaya başlaması gibi el yordamıyla bir iki şaka ettim yatakta.. gönlünü aldım. böyle işte. (bu öykünün gece kısmı birebir doğru bir şekilde aktarılmışken sabah sahnesi yazarın hayal gücü ve dahası homofobik olmaması sebebiyle bir nebze abartılmıştır. bitti.)

fotoğraf: http://zamanzabitasi.blogspot.com/ (onlar da aynı sahneyi yaşamış sanırım)
 
22:30 - 11 Temmuz 2008
şakacı oyunlar
hiç olmuş mu haneke?



1997:



2007:

 
01:23 - 13 Aralık 2007
kolye işi
inşaatlardan çalınan elektrik kablolarını kıvırıp büküp kolye, bileklik ve bilimum takı eşyası yapmak; yetmiyormuş gibi apartmanın önüne tezgah açıp bunları satmaya çalışmak herkese nasip olmayan saçma bir kariyer başlangıcıydı benim için.. "satmaya çalışmak" diyorum çünkü tanıdık eş dost ve "vah zavallı yavrucak, şuncacık yaşında ekmek parası peşine düşmüş. hem de bu kadar saçma bir yolla." diye cık cıklanan teyzeleri saymazsak çok ta kimse almazdı, bir de mahallenin çingene çocuklarının zabıta edasıyla tezgahı talan etme tehlikesi vardı.. ama anlatmak istediğin şey şu ki; satışa başlayalı henüz üç gün olmuşken zaten kıç kadar eni olan sokağın karşısına komşu kızının açtığı tezgah üç kuruşluk geliri de yarıya bölüyordu. ve ben buna tek kelimeyle çıldırıyordum. gerçek kesit'teki adamlar gibi beyaz çorabımla kanepeye çömelip düşündüm taşındım ben de bir gece.. hani yaşım sigara içecek kadar büyük olsa parmaklarımın arasında külü beş santim olmuş sigarayla efkarlı efkarlı salon duvarına duman üfleyecem, o derece düşünceliydim. nihayet sabah harekete geçmeye karar verdim ve serbest rekabet ortamında kızışan kapitalist ruhumla şeytana uyup bir ara tezgahını boş bırakmışken kızın tüm yaptığı kolyeleri bileklikleri kuytu bir köşede ellerimle parçaladım. ellerimi kesip kanatan kablo telleri şakralarımdan çıkan öfke kriziyle birleşince en az chucky kadar evil bir sahneyi yaşamış ve yaşatmış oluyordum. parçalanmış kolyeler sokak asfaltı üzerinde oraya buraya dağılmış yatıyorken kanayan ellerime bakarak pişmanlık ve şaşkınlık dolu bir ifadeyle "ne yaptım ben!" tribi bile yaşadım hatta. her neyse, o olay sonrasında ticari kariyeri henüz o yaşta travmatik bir biçimde sona eren kızcağız umduğumdan çok tepki gösterince cıngar çıkarıp benim de etik bir zorlamayla işi bırakmama vesile olmuştu, annelerimiz falan zor barışmıştı hatta. çok acayip günlerdi.. ama geçti gitti. aynı sene aynı semtin başka bir mahallesine taşınan ve epey bir süre görmediğim bu kızı bir gün beşiktaş vapurunda görünce (epey bir serpilip güzelleşmiş olmasının verdiği motivasyonla) yılışık bir biçimde yanına gidip "beni tanıdın mı? hani senle kablo kolye işinde rakiptik dedim." konuya harika bir yerden girmiştim, onu çocukluğuna döndürüp özlem ve hasret duygularını sömürerek bir yakınlık kuracaktım. ama kız suratıma bir süre baktı ve tek bir cevap verdi:

"senden hala nefret ediyorum!"

şok oldum. elim ayağım birbirine dolaştı. o kadar ne yapacağımı bilemez bir hal içerisine düşüp saçmalaştım ki kollarından tutup dudaklarından öperek "nefret te olsa bana karşı bir şey hissediyor?" fikriyle %0.2'lik bir şansı tutturma ihtimalini bile göze almayı düşündüm.. ama yapmadım tabi ki. kızarıp bozarıp özür mahiyetinde bir şeyler geveledim ve kaçtım yanından.. ellerim kırılsaydı da parçalamasaydım o kolyeleri.. ellerim kopsaydı da sermayesi bile olmayan boktan amatör bir iş girişimi için kıza o yaşında bu acıyı yaşatmasaydım. ama sendeki de nasıl bi nefretmiş ki anlamadım ben. halbuki ne kolyeler gerdanlıklar takardım ben senin boynuna..
 
15:22 - 15 Kasım 2007
sıkı tutunun, tespit yapıcam
çok sevdiğin bir şarkıyı uzun zaman sonra yeniden dinlerken beyninde bir uğuldama ve vücudunda hafif bir titreme oluyorsa sen de müziğin kölesisin; sen de bendensin. yok ama bunlar sana normalde de oluyorsa tansiyonun falan düşüyordur, kendine dikkat et. bana da olur bazen..
 
02:10 - 04 Temmuz 2007
reis
babam taksiciydi. bir gece saat üç ya da dörtte bir sokaktan geçmek zorunda kalmış. yirmi sene önce. dar bir sokakmış. karanlık, ancak bir aracın geçebileceği dar bir sokak.. sokağın ortasında bir masa varmış, masanın başında da bir adam. napıyomuş biliyo musun? çorba içiyomuş. işkembe ya da kelle paça. sarımsaklar sirkeler.. biberler.. tam bir masa. herneyse, babam taksiden inmiş, adama "napıyosun?" demiş. adam hiç cevap vermemiş, çekmiş tabancayı;

-bang!

o yüzden, ne zaman dar bir yola girsem, o yolda bir masa, masada da çorba içen birini görsem geri vitesine alıyorum..
 
00:28 - 02 Temmuz 2007
tüm paragraflara hükmedecek tek bir paragraf
kısa kısa gidelim..

çalışmaya başlamam ve mug sevincimle ilgili bilgilendirici paragraf:
kendi masama, kendi bilgisayarıma ve kendi mugıma sahip olabileceğim tipik bir ofis işinin hayalini kurardım bazen. istediğim oldu. bilgisayarla masayı geçtim, ama işyerinde kendime ait bir mugımın olması inanılmaz bir duygu. bir de herkesin mugı kendisini yansıtıyor. herkes birbirinin mugını tanıyor. sıcacık.. oh evet!

eve çıkmam ve dekorasyonla ilgili şakacı paragraf:
üç dört hafta sonra çok büyük bir cesaret örneği gösterek üç kuruş maaşla bir başıma eve çıkıyorum. yatağım ve dolabım haricinde hiç bir eşyam yok. zaten zen tarzı, yerde oturulan, bomboş, sade bir dizayn yapmayı düşünüyorum eve. fakirlikten değil, yanlış anlaşılmasın. konsept icabı..

güncel mevzular ve kişisel duruşumla ilgili aslında paragraf olmayan yalancı paragraf:
yasmin: yurtdışından nasıl oy verebileceğim ben? konsolosluktan olur mu ki?
ben: hiç zahmet etme, ben zaten boş oy atacaktım. söyle hangi partiye atacağını, ben senin yerine oy veririm..

ideolojisizlikten çok memnunum. bulunduğum kabın şeklini alıyorum. oh evet!

adını koyamadığım elektronik cihaz ve cami kontrastıyla ilgili eleştirel paragraf:
bir iki saat önce büyük bir mimar sinan camisinin, şu son senelerde camilerde falan teknolojik ortamda ayet yazmak, hadis vermek, kelime-i şehadet getirmek için kullanılan elektronik bantlarından (ne denir ki bu alete? diyemedim şimdi.)birinin arızalandığını gördüm. "system halted" yazısı geçip duruyordu. bu ambiyanstan çok güzel dini kritisizm yapabilirdim, ama üşendim. siz yapmışım sayın..

çalışan insanlar sınıfı ve temennimle ilgili barışçıl paragraf:
sabah sekiz'de işine giden, akşam yedi'de evine dönen o asık suratlı kalabalığın sıradan bir üyesi olmak.. bence o kadar da iğrenç değil. en azından kendimi aktif bir zumrenin dahilinde hissediyorum. sıkılmıştım marjın eteklerinde volta atmaktan. ben de artık sizdenim. artık öyle garip bakamyın bana, lütfen..

tüm paragraflara hükmedecek tek bir paragraf:
şimdi, tüm bu birbirinden alakasız paragrafları tek potada eritip tek bir noktaya kanalize edecek toplayıcı, süslü bir bitiriş yazardım ama yazasım da yok ki. hiç bir şey yapasım yok zaten. siz yazmışım sayın.