03:15 - 30 Eylül 2005
amélie hezeyanı üzerine bir kaç kaka cümle
haddim olmayarak şu le fabuleux destin d'amélie poulain filmi hakkında eşe dosta söylemekten çekindiğim yorumumu sunuyorum. her yerde beni "amélie" tarikatı saflarına çekmek isteyenleri görmekten usandım çünkü.

şimdi bu filmceğiz elini mercimek çuvalına sokmaktan zevk alan badak bir kızın ordan buraya koşuşturmasını konu alıyor gibi.. orası tamam. ufak detaylar sunarak izleyiciyi hassas yerlerinden vurmaya da çalışıyor bol bol, oh ne güzel.. ama bunu yaparken gerçeklikten uzaklaşması filmin artısından çok eksisi gibi geliyor bana. keşke bizim apartmanlarımızda da isteyen istediği eve girse, komşularına türlü şakalar, oyunlar etse.. bir kızcağız tek başına o daireden bu daireye savrulsa, ama biz bunu izlerken "ahheh sen yok musun sen?" yavşaklığıyla tebessümle karşılasak.. amélie, hayallerle süsleniyor bol bol, güzel hoş ama ama kendisi de hayalden öteye gidemiyor. hatta öyle ki filmin başlarında "aa aynı ben de öyle hayal dünyası geniş bir şirinlik muskasıyım" diyen izleyici sonlara doğru karakterden yabancılaşmaya başlıyor. amélie, izleyicisiyle özdeşlik kuramayacak kadar örtüşmeyen bir gerçeksizlik abidesine dönüşüyor. böyle olunca çizgi roman protagonistinden de bir farkı kalmıyor pek tabi.. o halde na'pmalıyız? "aslında hepimiz birer amélie değil miyiz?" diyenin ağzına ağzına vurmalıyız.. bu cümleyi kurmanın "aslında hepimiz birer bruce wayne değil miyiz?"demekten pek bir farkı da olmasa gerek. yok öyle bir şey yani, yavaş olalım. gaza gelmeyelim. hezeyandır, gelir geçer.

aslında bu kaka düşüncelerin sahip olduğum neutral evil mizacımdan da kaynaklandığını söyleyebilirim. dorian gray'in yerinde olsam, ben de aynısını yapardım misal. bencillik güzeldir. masumiyet nedense çok sulu geliyor bana, içimi çok keyifsiz. zaten bu idealist fransız sinemasını da hiç sevmem, daha sıradan, gariban ama en azından gerçekçi takılan italyan sinemasını tercih ederim kesinlikle. aslında ben fransızca'yı da hiç sevmem. ne o öyle, bam güm kakofonik bişey..
 
03:46 - 26 Eylül 2005
el filan sallıyorum
ellerimde bir sigara bir çakmak. yakmaya çalışırken bile yaptığım yine zamandan çalmak. hareket her zaman iyi, ama sabit duran tarafa elinin tersiyle vurmamalı be hayat. ya da gidenler yanlarında çöplerini de taşımalı. yoksa bakmayı ben de severim, ama bakakalmak kesinlikle bambaşka oluyor.

soğuk demir, mekanik gürültü, tren sesi. gidişat daha çok oryantal memleket ezgileri. çıkış noktasında ise şehrin kütlesi duruyor kaskatı. zaman dursa ne ala, ama giden gidiyor çatır çatır. bense napıcam? sırf öyle olması gerektiği için vazifemi yapıyorum.

el filan sallıyorum.












(baba zula' ya tasdik babında yazılmıştır. resim de klipten zaten.)

 
01:01 - 19 Eylül 2005
fantezi, fantazya, febrezze
kitapların yerini değiştirirken dört sene öncesinde merak saldığım tek tük fantazya kitaplarına yer bulmam zor oldu. fantezi mi fantazya mı sorusundan teğet bile geçmeden sıyrıldıktan sonra diyeceğim şudur ki bu fantazya alemi insana insan olduğunu unutturacak dozda bir kurmacaya sahip. beş yüz sayfalık ve üstüne üstlük bir kaç ciltlik masalları okumak hayli zaman alıyor, bunla kalsa yine iyi bir de beyni bulandırıyor olmadık yere. mitolojiye olan sonsuz sevgi ve saygım bu kurmaca edebiyatından ziyade yaratıldıkları dönemin gizeminden peydahlanıyor. oysa şu anda dünya üzerinde yüzlerce yazar 2005 senesinde bize özene bözene kalın kalın masallar hazırlıyor hala. ve bu masallar su gibi tüketilip bir dönem sonra da tozlu çatıkatlarında kolilere koyulup unutuluveriyor. fazla (hatta hiç) etliye sütlüye karışmayan pederin, odadaki orta dünya haritasına gözünün iliştiğini hatırlıyorum üniversitenin ilk senesinde. biraz küçümser tavırda "bu nedir?" diye sorduğunda hunharca haritayı savunmuş, aklım sıra o haritanın o duvardaki önemini ateşli ateşli izah etmiştim. (gerçi bu durumun haritayla pek alakası yok, o dönemlerde gençler yaptıkları şeylerin doğruluğunu üzerinde hiç düşünmeseler dahi kanıtlamaya çalışır büyüklerine, şartlandırılmışlık diyelim.) sonraları indi o harita duvardan, bir kaç sene dolapta boynu bükük yattı durdu. ama bu fireball'lu, summon'lu, fersah fersah ejderhalı alemi yeni tanıyıp sevmiş alt kuşak bir kardeşin sayesinde tekrar asıldı. peder aynı et ve süt umursamazlığında gelip ona sordu bu sefer "bu nedir?" diye.. yaptığım ihanetin, tolkien amcaya attığım kazığın farkındalığında "evet ya, indirsene şunu" diyivermiştim ben de. (bu durumun da vaktiyle paha biçilmez bir değer verilen olguları, sonraları unutulmuş olsalar bile kıskanmaktan, sahiplenmekten ileri geldiğini söyleyebilirim gerçi, benimsenmişlik diyelim.)

zaman geçtikçe, yaş ilerledikçe körpecik ve çapı belli bir su birikintisi olan hayal gücü level atlayıp galaksilerin, evrenlerin bile sınırlarını çizemediği delicesine çağrışımlara bırakıyor yerini. aslında bendeki bu ihanet te burdan kaynaklanıyor. beş yüz sayfalık bir fantazya aleminin verip verebileceği düşsellik, bir saç teline bakarken beyinde çarpışan kavram ve imgelerin sınırsızlığı yanında solda sıfır kalıyor bir süre sonra. bu durumda tutarken bile el-kol yoran o kalın fantazya kitaplarına gömülmenin faydalarından çok israflarını görüyorum terazide. hem masal dediğin şey oral yoldan çıkar, kulak yoluyla alınır. di mi ama? öyle öğretmişlerdi orta okulda.

ps: evet dragonlance'lerden biri kayıp. nerde bilmiyorum. şu büyücü denen kitabın devamına ise o hevesli yaşımda bile katlanamamıştım. duruyor öyle tek cilt.

ps: febrezze'yi üstüme sıkıyorum ben, güzel oluyo.
 
03:37 - 14 Eylül 2005
ada, ben ve haybeden arkadaşlar
9 haziran tarihli yazının devamı niteliğinde..

öğleden sonra olup ta müthiş bir şapşallıkla bir minderin üzerinde donmuş biçimde kıvranırken anlamıştım zaten tek başınalığın baki kaldığını. önce başımdaki ağrılara zar zor dayanarak cama çıkıp oksijen alışım. sonra hiç bir şey olmamış gibi dün geceden kalan son sigarayı refleksif yakışım.. ben sonra çok düşündüm bu olayı.

öyle bir oda yok. arkadaşlar da yok. şu mindere tüneyip ertesi sabahı hayal meyal anımsadığım şizoid geceleri yaşamımdan süzgeçle ayıklarsak geriye kalan kuru öksürüklerim oluyo genelde. bi de evin her yerine kedi gibi döktüğüm tüylerim var. o konuya hiç girmiyim, annem hep azarlıyo zaten. kendimi sünepe bir evcil hayvan gibi hissetmem de bu sebepten olabilir pekala, bir kediden daha fazla yaptığım şey çat pat ta olsa konuşmak, ayakta işeyebilmek. ha bi de kapıları dolapları çok rahat açabiliyorum.

dinlediğim her şarkı da beni dönüp dolaştırıp aynı yere götürüyor zaten. (şimdi size buranın neresi olduğunu söyleyip te haritası sadece bende olan bu cenneti sır olmaktan çıkarmiyim) ekran fade out oluyor sonra.. ama ne vahim bişey ki gözümü her açışımda aynı metrekarede uyanıyorum. milim gitmiyo çapım ve eksenim, milim kımıldamıyo. yörüngeye oturdu mu kalkmak bilmiyo meret.

ne diyorduk? oda yok.. kahveden arkadaşlar hiç yok. (ki hayatımda hiç gitmediğim kahveden nasıl arkadaş buluyorsam..) yanılsamalardan ibaret gecelerden kalma bir yanılsama onlar sadece. suyunun suyu gibi. gerçek olması imkansız bu yüzden..

(belki çok klişe bir ütopikliği var ama nerem marjinal ki zaten) ada var. ve haybeden arkadaşlar.. onlar da bir boş kümeden öte değil zaten.. odada nasıl yalnızsam adada da öyle olucam bu yüzden.. belki bu beyin kırıntılarını dökecek bir hindistan cevizi kabuğu da bulurum orda. kaşıklayıp kaşıklayıp yerim sonra. kendi yağımda kavrulmak ne münasabet, ben kendi yağımda boğulmak, tükenmek istiyorum. olayın özeti budur aslında.

anlamadın? olsun.. ben hiç bir şey anlamıyorum.
 
04:02 - 13 Eylül 2005
ufak notlar - 2
şu priz olayında "erkek" ve "dişi" terimlerini öğrendiğimden beri takamıyorum ben birini öbürüne. utanıyorum böyle biri görücek diye. bu ne be!
 
18:36 - 08 Eylül 2005
action man ve sağ el aparatı
bir çizgi film karakterinin oyuncağı olsam muhtemelen paketimden aksesuar olarak sadece bir çay kupası çıkardı. sağ elim bir şey tutmak için hazırmışcasına oyuk şöyle, tak oraya kupanın kulpunu tamamdır. karakter hazır. sonra gelsin seri maceralar dizisi. "gawain bilgisayar başında saatlerce bir monitöre bakakalırken", "gawain işemek için gittiği banyoda hain karafatmalara karşı", "gawain oynar başlı televizyon antenini maksimum kanalı izleyebilecek düzeyde en ideal konuma getirmeye çalışırken", "gawain ve elektrik saçan ketıl canavarı".. tüm bunları yaparken sağ elde kupa her daim vücuda yapışık tabi. maceralar diğer süper kahraman hikayeleri yanında biraz renksiz kalıyor olabilir, onun da farkındayım. bir ev ve bir çay kupasıyla anca bu kadar adrenalin güzelim, napalım.
 
01:43 - 06 Eylül 2005
duygusal açlıktan kalbi büzülen biriyle açlıktan midesi büzülen biri arasında sadece ağız kokusu farkı var. o da pek önemli değil zaten. benim de çoktan ruhum kokmaya başladı. yalnız kaldığım zamanlarda burnumu kapatıyorum. esans niyetine plastik kahkahalar atıyorum sağa sola, geçiyo o zaman. bu açlığı üzerine boca edeceğim insansa muhtemelen nefessiz kalıp ölecek, ona da yazık bak şimdi.

ahahaha!! (bak, mis..)