19:08 - 27 Kasım 2006
ilk insan
şöyle bir baksan mesela etrafa, alabildiğine kır bostan. yer şekillerinin ambalajı açılmamış daha. sıfır kilometre otomobil gibi yoğun koksa dünya. ne güzel aslında. ama ürkek adımlarla beş metre yürüyebilsen amenna, bin bir tane görülmemiş hayvan kol geziyor buralarda. ilk insansın sen çünkü. olsun, korkma.

hiç düşündün mü, zordur ilk insan olmak. yalınayak çimlere basıp bağırsakları bozmak. ya da şaşkınlığını paylaşacak, iki tek atacak senden bir tane daha bulamamak. ilk olduğun halde maalesef tarihte yer alamamak. adın bile yok ki daha. hatta ad kavramı bile. zordur işte ilk insan olmak.. olsun, korkma.

-kim konuşuyor yukarlardan? noluyor lan orda?

şöyle bir cık cıklayıp önüne döndü ilk insan söylenenlere aldırmayıp. yapılacak milyon tane iş vardı, ama önce güzel bir işemeliydi. belki de torununun torununun torununun ruh halinden izler taşıyan bir edayla etrafını kolaçan etti anlamsızca. son dinozor bile buraları terk-i diyar eyleyeli epey zaman olmuşken korkulacak pek bir şey olmasa gerekti aslında. yine de dikkatli olmak gerek. zar zor beğendiği bir elma ağacının gövdesine tek elini dayayıp çalıları ıslatırken kafasına düşen kırmızı yuvarlak şeyin ne olduğundan bile habersizdi kendisi oysa. çişli otlara düşen elmayı göğsünde ovup bir diş attı. sulu. tatlı. yenilebilir. devam etti. o gün tam otuz altı tane elma yedi ilk insan. mutluydu. ama yapılacak çok iş vardı. yatak bellediği bir inin diplerine ilerlerken dışardan çıtırtılar duydu. bir leopar gibi sinsice kafasını uzattı mağaradan. kulağında hala çıtırtılar. bir adam boyunda olan azgın çalıların arasından emekleyerek süzülürken karşısına bir çift ayak çıktı. doğruldu. suratı seçilmeyen, etrafına kızıl mavi auralar saçan sinik bir silüet. uzunca bakıştılar. kükredi karşısında duran her kimse.

-ilk insan benim!
-sen kimsin?
-ilk insanım.
-değilsin!!

bir hengamedir başladı sonra. kucak kucağa tepelerden yuvarlandılar, uçurumlardan düştüler, ırmaklarda boğuldular. yenişemiyorlardı. olmuyordu. birbirlerine bir fiske bile zarar veremiyorlardı. sanki bir vücudun iki ayrı uzamı gibiydiler. sonunda bitap düşüp nefes nefese, yanyana uzandılar. ikisi de bakir doğada derin ve masum bir uykuya daldılar.

gözünü açtığında hayal gerçek arası sürreal bir zeminde tepeleme elma yiyordu ilk insan. otuz altıncı elmada teninde bir sıcaklık hissetti. kızıl mavi aura dalgaları saçıyordu bedeni. hiç bir zaman inanmamıştı ilk olduğuna. o şüphe içine düşmeyegörsün, kalleş bir kurt gibi ağır ağır kemirirdi saf ruhunu. huzursuzdu. kendini böyle hissettiği anlarda olduğu gibi kendi kendine konuşup saçmalamaya başladı.

-kim konuşuyor aşağılardan? noluyor lan orda?

sesle irkildi. yukarı baktı. dümdüz mavi bir boşluk. aşağı baktı. yeşil doğa. yukarıdaydı artık. şahin gözleriyle tüm o yeşilliğin arasında kızıl mavi ışık hüzmeleri gördü. baktığı noktaya odaklandıkça hüzmeler büyüdü. büyüdü. büyüdü. düşüyordu!.

-çaat!!

gözlerini açtı. üzerine havadan tam otuz altı tane kırmızı elma düştü. yanında kimse yoktu. sol kolu kırılmıştı. zar zor ayağa kalktı. elmalardan birini avuçladı. ilk insan olmak kolay değildi. yapacak tonlarca iş vardı. ama önce güzel bir işemeliydi. zar zor beğendiği bir elma ağacının gövdesine sağ kolunu dayayıp çalıları ıslatırken suratına mavi kızıl aura buharı çarpıyordu. rüya sekansları. hayal gerçek arası kafa karışıklığı. dissosiyatif kimlik bozukluğu. ilk insan da olsa insan insandı. psikolojik gerilim bir bela gibi yakasını bırakmayacaktı.

ps: horoin'e yazdığım hafif bir yazıydı. buraya da eklemek istedim.
 
01:03 - 24 Kasım 2006
ohal
"bak sıdıka, bir aşk cinayetinin arefesindeyim. sevgilimi onun sevgilisini ve kendimi, yalnızca sevgilimi, yalnızca kendimi, yahut sadece sevgilimin sevgilisini, sevgilimle onun sevgilisini, kendimle sevgilimi veya kendimle sevgilimin sevgilisini öldürmek üzerine yedi ayrı cinayet tasarım var. şimdi gereksiz yere kızkardeş alternatifini de sokmayalım araya. kafam karışacak." (samim saka)

sayın okuyucu. içim nasıl sıkılıyor ve tarih boyunca tanımlanmış ideolojik, psikolojik ve ahlaki tüm olumsuz "-izm" lerin ve "-yon"ların karışımını içime ne kadar sindirmişim bir bilseydin değil bu bloga bakmak, benim parmağımın dokunduğu hiç bir işin yakınından dahi geçmek istemezdin. sağlıklı biri olsaydım, sahip olduğum tüm bu sapkın alev topunun bir dirhemine bile tanık olmamak için elimden geleni ardına koymazdım çünkü. inan. blog alemini kasıp kavuran "ay ben deliyim", "ay ben loser'ım" yakarışlarının bir numunesi değil bu. özel bir durum. aksiyonum kendi zihnimde. ve tüm hissiyatım. ama bir delik bulup dışarı çıkmaya çabalarsa tek diyeceğim şey şu ki: kaçın! ben onları oyalarım..
 
04:29 - 07 Kasım 2006
milat
ben boş arsalarda koşuşurdum
sense o sıralar
canınla boğuşurdun
belki bu yüzden hiç beraber dalamadık bile bir dut ağacına


yerli yersiz önüme düşen antika sahnelerden en karanlıkları vizyona giriyordu o sıralar hep. başımı başka bir açıya oturtmamla geçip gidiyorlardı oysa ki. gösterim sürelerinden duyduğum haklı utancım. söz konusu o olunca o yüzden hep utangacım. teraslı, salıncaklı, ortancalı, kuş kafesli bir evde otururken hatırladıklarım hep yaz sıcaklarıydı. bermuda şort, havai gömlek. su tabancasından ıslanan çocuk bedenleri. içi sarı sünger dolu bir sürü turuncu teras minderleri. altlarına gizlenince bile görebildiğim kuru güneş. bardak bardak şeftali rendesi. kapalı kutularda değil arşa yatkın bir düzlemde zıplayıp dururdu bardağı bitirince kardeş. altımızda teyzemin varlığının verdiği güven. apartman dibinde bahçelere çıkan top düşürdüğümüz geniş bir merdiven. ve elinde limonatan, özellikle de senin üflediğin doğum günü pastalarının tadı geliyordu o günlerde damağıma. ciğerlerimin röntgenini görsen ne derdin bilmem ama o tat bir çakmak taşı efektiyle yitip giderdi her zaman. yine utanırdım. zaten aklımdayken hep utangaçtım. ama hayıflanmam şu ki; ilk ergenlik konuşmamı yerlerde sürünen bir samimiyette babamla yaptım ben. sigara içişimi ilk eniştem gördü. ilk kez halama yakalandım masturbasyon yaparken. ilk gördüğüm ölüyse haminnemdi zaten. soyağacında üstüste binememiş aynı dalın iki uzak yaprağı gibi çizilirdi muhtemelen portremiz. sana karşı hiç utanamadım. ama hayaline karşı hep utangacım bu yüzden. seceresini çıkartmak gerekirse milad sonrasının, senin yerine anavatan'dan nefret edildi. senin yerine suratta sakal belirdi. senin yerine gömlek kravat kavga edildi. senin yerine salya sümük ilişkilere girildi. senin yerine bir kaç okul bitirildi. şimdi de senin yerine askere gidiliyor, yatağından kalkıp ta yorulmayasın diye. sen bakma şu anda sokağın karşısında oturan o tiksinç adama. üzerini belki mahcubiyetle örttüm. ama bülbüldere'ye de hayalini meftuniyetle gömdüm. ödeşmişizdir umarım.

zaten o ağacın dutu da bok gibiydi. tırmandığımıza bile değmezdi hani. kafan o mevzuya takılmasın boş yere.