şöyle bir baksan mesela etrafa, alabildiğine kır bostan. yer şekillerinin ambalajı açılmamış daha. sıfır kilometre otomobil gibi yoğun koksa dünya. ne güzel aslında. ama ürkek adımlarla beş metre yürüyebilsen amenna, bin bir tane görülmemiş hayvan kol geziyor buralarda. ilk insansın sen çünkü. olsun, korkma.
hiç düşündün mü, zordur ilk insan olmak. yalınayak çimlere basıp bağırsakları bozmak. ya da şaşkınlığını paylaşacak, iki tek atacak senden bir tane daha bulamamak. ilk olduğun halde maalesef tarihte yer alamamak. adın bile yok ki daha. hatta ad kavramı bile. zordur işte ilk insan olmak.. olsun, korkma.
-kim konuşuyor yukarlardan? noluyor lan orda?
şöyle bir cık cıklayıp önüne döndü ilk insan söylenenlere aldırmayıp. yapılacak milyon tane iş vardı, ama önce güzel bir işemeliydi. belki de torununun torununun torununun ruh halinden izler taşıyan bir edayla etrafını kolaçan etti anlamsızca. son dinozor bile buraları terk-i diyar eyleyeli epey zaman olmuşken korkulacak pek bir şey olmasa gerekti aslında. yine de dikkatli olmak gerek. zar zor beğendiği bir elma ağacının gövdesine tek elini dayayıp çalıları ıslatırken kafasına düşen kırmızı yuvarlak şeyin ne olduğundan bile habersizdi kendisi oysa. çişli otlara düşen elmayı göğsünde ovup bir diş attı. sulu. tatlı. yenilebilir. devam etti. o gün tam otuz altı tane elma yedi ilk insan. mutluydu. ama yapılacak çok iş vardı. yatak bellediği bir inin diplerine ilerlerken dışardan çıtırtılar duydu. bir leopar gibi sinsice kafasını uzattı mağaradan. kulağında hala çıtırtılar. bir adam boyunda olan azgın çalıların arasından emekleyerek süzülürken karşısına bir çift ayak çıktı. doğruldu. suratı seçilmeyen, etrafına kızıl mavi auralar saçan sinik bir silüet. uzunca bakıştılar. kükredi karşısında duran her kimse.
-ilk insan benim!
-sen kimsin?
-ilk insanım.
-değilsin!!
bir hengamedir başladı sonra. kucak kucağa tepelerden yuvarlandılar, uçurumlardan düştüler, ırmaklarda boğuldular. yenişemiyorlardı. olmuyordu. birbirlerine bir fiske bile zarar veremiyorlardı. sanki bir vücudun iki ayrı uzamı gibiydiler. sonunda bitap düşüp nefes nefese, yanyana uzandılar. ikisi de bakir doğada derin ve masum bir uykuya daldılar.
gözünü açtığında hayal gerçek arası sürreal bir zeminde tepeleme elma yiyordu ilk insan. otuz altıncı elmada teninde bir sıcaklık hissetti. kızıl mavi aura dalgaları saçıyordu bedeni. hiç bir zaman inanmamıştı ilk olduğuna. o şüphe içine düşmeyegörsün, kalleş bir kurt gibi ağır ağır kemirirdi saf ruhunu. huzursuzdu. kendini böyle hissettiği anlarda olduğu gibi kendi kendine konuşup saçmalamaya başladı.
-kim konuşuyor aşağılardan? noluyor lan orda?
sesle irkildi. yukarı baktı. dümdüz mavi bir boşluk. aşağı baktı. yeşil doğa. yukarıdaydı artık. şahin gözleriyle tüm o yeşilliğin arasında kızıl mavi ışık hüzmeleri gördü. baktığı noktaya odaklandıkça hüzmeler büyüdü. büyüdü. büyüdü. düşüyordu!.
-çaat!!
gözlerini açtı. üzerine havadan tam otuz altı tane kırmızı elma düştü. yanında kimse yoktu. sol kolu kırılmıştı. zar zor ayağa kalktı. elmalardan birini avuçladı. ilk insan olmak kolay değildi. yapacak tonlarca iş vardı. ama önce güzel bir işemeliydi. zar zor beğendiği bir elma ağacının gövdesine sağ kolunu dayayıp çalıları ıslatırken suratına mavi kızıl aura buharı çarpıyordu. rüya sekansları. hayal gerçek arası kafa karışıklığı. dissosiyatif kimlik bozukluğu. ilk insan da olsa insan insandı. psikolojik gerilim bir bela gibi yakasını bırakmayacaktı.
ps: horoin'e yazdığım hafif bir yazıydı. buraya da eklemek istedim.