04:12 - 11 Mayıs 2005
zekai'nin elyazmaları
10.08.1993

suyunu çeken yılanlı derede biraz oyalandıktan sonra kafamızı yukarıya kaldırıp havanın kararışını izliyoruz. bu saatte bu yolda bizden başka kimseler yok. hava çok yorgun. ayakkabılarımızın içi toz toprak içinde. yolun sonunda o korkunç gerçek var, hepimizin görmek ve işitmek isteyeceği en son şey var. yavaş yavaş yürüyoruz. dereye paralel gidiyoruz. karşı taraf ağaçlardan ve karanlıktan pek seçilmiyor. biraz sonra önümüzde o lanetli, kara, antik, ahşap binayı buluveriyoruz. tahtaların arasından bakmaya çabalasak bile içerisi sadece siyahlık. burada çimenler daha sarı. burada hava daha boğucu. ve burada her şey daha gerçek. geçirdiğimiz her saniyeyi zorla biz ittiriyoruz. bir çıt sesinde var gücümümüzle koşucaz, geride kalanların çığlıklarına sadece kulak kabartıcaz gibi. içimizdeki korkuyu savuşturmanın mücadelesiyle çivi gibi dik durmaya çalışırken içeriden kulaklarımıza sızmaya başlayan bir tıkırtıyla bir anlık felce uğruyoruz. içeride bariz bir şekilde bir şeyler oluyor. kaçmamız gerekirken büyülenmiş gibi çürük tahtalara daha da yaklaşıyoruz. önümüz siyah. ses burnumuzun dibinde. derken tıkırtıların ve anlamsız seslerin şiddeti daha da artmaya başlıyor ve sonunda kulakları sağır edecek inanılmaz bir güçle suratımıza patlıyor. bu bir kabus. bu bir son. bu bir kıyamet. bu..


11.08.1993

bugün cambaz cevat amcaların böğürtlenlerine dalmak haricinde pek bir şey yapmadık.
 
geven yazdı
yazı linki -


0 yorum: