04:53 - 27 Nisan 2006
bugün ne oldu?
ev telefonunun ahizesini kaldırdığımda hatların yine karıştığını farkettim. bir erkekle bir kadın fıkır fıkır konuşuyordu. bizim buraların hatları hep böyledir, karışır arada. ben de her seferinde dinlerim başkalarının konuşmalarını, bayılırım, tek kelimesini kaçırmam. bir de hep apartmanın hatlarıdır bunlar, konuşanlar genelde konu komşu çıkar. bu sefer hatta güle oynaya konuşan alt kattaki ebedi bekar amcazademiz emlakçı beydi. caminin fahri müezzini, namaz sonraları makbuz mukabilinde bağış toplamakta üstüne olmayan bir adamcağız. konuştuğu kadına bariz bir "yazış" söz konusuydu. ağızdan düşmeyen canım cicim'ler, karşılıklı alınan hediyeler, haftasonuna adalara randevu ayarlamalar.. ben böyle ilahi "x abi" güleçliğinde dinlerken kadının ismi telafuz edildi. iffetiyle nam salmış yan apartmandan tesettürlü "y abla", iki çocuğa ve sadık bir kocaya sahip komşumuz. kötü oldum. çok mahrem bir yasak aşka tanıklık ettim kazara. yerine koydum hemen ahizeyi. şimdi olacak o kadar tandansıyla yüzümü kameraya dönüp mesajımı vermek ve akabinde ankaralı turgut türküsü eşliğinde konunun özet vtr'sini göstermek isterdim ama uğraşamıycam. yormayın beni.

konuyla ucundan alakalı ps: google'da arama yaparken "kız msn adresleri" veren site gördüm. terkettirmeyin bana bu ülkeyi, bu ne ya?
 
05:23 - 20 Nisan 2006
the show must go on
"nasreddin hoca fıkralarındaki ahali yeşilcam figüranlarıyla parallelik taşır. birileri üç kuruş para için jönden dayak yiyip dururken bu zatlar da gırtlak derdi için g.t olmak zorundadır. içlerinde hoca'dan daha hazır cevap, daha zekiler yok mudur, vardır elbet. ama bu fıkralarda değişmez bir kural varsa o da hegemonyalar sistemidir. hoca sahnenin en ışıklı yerinde yüceldikçe yücelirken bu zavallılar tozlu kulislerde perişan olmak için sıra beklerler.."

sene sonu müsamereli için kimin ne yapacağı tartışılıp dururken ben de kan kardeşim, biricik arkadaşım suha ile arka sırada çene çalıyordum. ne konuştuğumuzu tam olarak hatırlamam imkansız, ama muhtemelen ya halen bitiremediğimiz bir amiga oyunu, ya da okuldan sonra cebimizdeki parayı nasıl harcayacağımızla ilgiliydi. suha'yla yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi o yıllarda. sıra arkadaşıydık, aynı mahalledendik, aynı kızı seviyorduk, aynı şeylere gülüyorduk. bu ilkokulda biriyle en yakın arkadaş olabilmek için yeter artardı zaten. hatta fazla bile gelirdi. müsamereler hakkında konuşulanlar genelde aynı olurdu. iki-üç kişi atatürk ve okulun önemiyle ilgili şiir okurdu kesin, bu garantiydi. okulda bir folklor hocası varsa her hangi bir yöreden davullu zurnalı bir dans gösterisi de çok revaçtaydı o yıllarda. bir de koro vardı tabi, milli eğitim'e bağlı her okulun olmazsa olmazı. okul sadece dört duvarla çevrili bir bina değildi, olamazdı. okulu okul yapan korosuydu, futbol takımıydı, folklor ekibiydi. en vasıfsız bir çocuğun bile bu faaliyetlerden birinde bulunması gayet basitti. kimse vasıf aramazdı zaten. maksat sosyal aktivite olsun, yavrularımız bu çalışmalarla sorumluluk alsın, çevre yapsın, kendi kişiliğini bulsun. bunun gibi şeyler.

konu hepten dallanıp budaklanmadan kamerayı yine sınıfa ve son sırada çene çalan iki arkadaşa çevirelim: sınıf öğretmeni nesibe hanım dersin bitimine yakın bizi yeni farketmiş olacak ki ön sıralarla dakikalardır süren müsamere konuşmalarını yarıda kesip doğruldu, bize baktı. "siz de bir şey yapsanıza?" dedi. aslında bu tip sahne şovları bize göre değildi, biz daima yapılanla gülüp eğlenen, alay eden taraftık. ama ön sıra oturan cici kızların, yumurta kokan oğlanların sıkıcı ve klişeleşmiş gösteri anlayışına bir baş kaldırışla tokat bibi cevap verme isteği sardı bizi o anda. suha ile göz göze geldik. "biz de bir şey yapsak ya?" bakışı attık birbirimize ve o anda karar verdik. "tamam öğretmenim."

okul bitiminde mahalleye doğru yürürken ne yapsak ne hazırlasak diye fikir teatisinde bulunuyorduk. bir piyes hazırlamaya karar vermiştik, orası kolay. ama konuyu belirlemek zordu. henüz ilkokul beş'e gitmemizin verdiği çapsızlıktan olsa gerek aklımıza bir şey gelmiyordu. ama ben suha'ların apartmanının girişinde konuyu buldum. "nasreddin hoca" dedim, okulda hiç yapılmamıştı. iki kişilik dev bir gösteri. hem komik olurdu hem de ilgi çekerdi. hemen orada anlaştık. bir gün sonra da öğretmene bildirdik. tamamdı artık, sene sonunda on beş dakikalık bir nasreddin hoca şovu düzenleyecektik.

dört paragraftır anlattığım bu saçma hikayenin can alıcı noktası işte bundan sonra başladı. suha'yla fıkraları belirliyor, araya kendi yorumlarımızı katıyorduk. ama kimin nasreddin hoca olacağını hiç konuşmamıştık. aklımıza gelmediğinden değildi elbet, ikimizin de hoca olmak istediği ayan beyan ortadaydı. kattığımız yorumlar, kostümle ilgili detaylar hep hoca'yla ilgiliydi. gösteri hayli hoca odaklıydı. ama konuyu açmaya çekiniyorduk, aramızda durmadan büyüyen bir gerginlik havası yarattı bu konuşulmayan mevzu. hoca'yı kimin oynayacağı belirlenemedi günlerce, ta ki iş sınıf öğretmenine intikal edene kadar.

ben hoca'yı oynayacağıma kesin gözle bakıyordum. repliklerini çoktan ezberlemiştim. hatta kostüm için babama kapalıçarşı'dan bir fes aldırmış, anneme de etrafını bezle ördürtüp kavuğumu bile hazır etmiştim. takma sakalı nasıl halledeceğimi düşünüyordum. hoca ben olacaktım çünkü. ben olmalıydım. suha'dan daha komiktim, gırgırda şamatada ondan daha baskındım, sempatiktim, kavuk kafama cuk diye oturuyordu. hoca'yı oynamak için doğmuştum işte, var mı ötesi. hem öğretmenimiz de hoca'yı benim oynamamı isteyecekti. tek derdim bunu suha'ya nasıl açıklayacağımdı artık. tek derdim suha'yı "soru soran ahali" rolüne razı etmemdi.

nesibe hanım gösterimizi konuşmak için sonunda dersin bir bölümünü bize ayırdığında gelişmeleri ona aktarmaya başladık. hangi fıkraları canlandıracağımızı anlattık heyecanlı heyecanlı. ve artık beklenen an geldi. o, soruyu sormadan ben kurnazlıkla atılıp söz aldım. kavuğu ve takma sakalı hazırladığımı, entariyi de en kısa zamanda bulacağımı söyledim. bundan suha'nın haberi yoktu, şaşırmıştı. ve işte nesibe hanım'ın beni yıkan sözleri döküldü ağzından sonra. "ama suha geldi benle konuştu, o oynayacakmış hoca'yı. ben de olur dedim." bu sefer şaşıran taraf bendim. ben evimde gizli gizli kostümümü aksesuarımı hazır derken, suha daha pratik bir yol seçmiş gitmiş benden gizli konuşmuştu öğretmenle. yenilmiştim. kızarıp bozardım. suha'dan hayatımın kazığını yemiştim. o can ciğer dostumdan, en yakın arkadaşımdan..

sonraki günler suha'nın hiç bir kostüm hazırlamadığını öğrenip öğretmenin zoruyla takma sakalı, kavuğu ona hibe etmeme mi yanayım, hiç çalışmadığım "soru soran adam" repliklerini ezberlemeye çalışmamamı, yoksa ekstradan takma bıyık bulmaya çalışmama mı bilemedim. hoca ben olmalıydım. hoca ile suha'nın ne alakası vardı. suha soru soran adam olmalıydı. bu gösteride arka planda kalmalıydı. çıldıracaktım. ama şov gerçekleşmeliydi. geri dönüşü yoktu.

yaklaşık iki yüz öğrenci ve bir o kadar velinin alkışıyla sahneye çıktık sonunda. suha'yı kovuğuyla, ak sakalıyla, kehribar tesbihiyle, entarisiyle görenler coşkuyla gülüyordu. ben de arkasından ezik gibi, bir takma bıyık bir folklor elbisesiyle onu takip ediyordum. beni gören bile yoktu. tüm gözler hoca'nın üstündeydi. sonra arka arkaya başladık fıkraları canlandırmaya. sordum:

-hocam eski ayları ne yaparlar?

bilmişçe tok bir sesle cevap verdi.

-kırpıp kırpıp yıldız yaparlar.

cevabı yemiştim işte.

-peki hoca, dünyanın merkezi neresidir?

-benim eşşeğin sağ arka ayağının bastığı yerdir.

-ama hocam nasıl biliyorsunuz?

-inanmazsan ölç te bak!

suha cevapları yapıştırdıkça göğsü daha kabarıyor, sahnede yüceldikçe yüceliyordu. bense sürekli ağzıma tıkılan yanıtlarla perişan oluyordum, rencide oluyordum. kavuk benim, sakal benim, entari benim, fikir benim. ama parlayan o, sönen bendim. emeği ben harcamıştım, ama kaymağını o yiyordu. hoca sahnenin en ışıklı yerinde yüceldikçe yücelirken zavallı ben per perişan olmak için repliğimin sırasını bekliyordum. bu işkenceye on beş dakika katlanmak zorunda kaldım ben o gün. işte suha'dan da o on beş dakikada nefret ettim. sonra arkadaşlığımız eski gibi olmadı, olamadı. suha'nın hiç bir şaklabanlığı o kazıkla dağlanan yüreğimi onaramadı. üsküdar'ın dandik bir atari salonundaki dandik bir jeton kavgası yüzünden de arkadaşlığımız bitti. suha kalleş bir çalımla kavuğu takıp hoca oldu belki, ama benim arkadaşım olamadı. hegemonya kavgası yaktı bizi.
 
03:18 - 03 Nisan 2006
nisan bilançosu (neydim ne oldum?)

geldik mi nisan'a.. vay be. geçen yılın bahar ayları dünden farksız. zaman su gibi olmasa da konsantre meyve özü kıvamında akıp geçiyor işte. çardak gibi. tang yoktu eskiden, çardak vardı. sek içmeye çalışıp şeker komasından hayata gözlerini yuman insanlar olurdu. susardık eskiden. iki anlamda da. zor yıllardı o zamanlar. ama konumuz bu değil. bir yazının konusu daha ilk paragrafta saptırılmaz hem, çok ayıp.


7-8 ay önce kendim ve hayat yolunda kat edeceğim ara patikalara yönelik aldığım kararların kaçını yerine getirdim, bu planın programın neresindeyim bir hesaplayayım dedim ben. hem böyle yazıp çizince bir tazyik olur, ara gaz olur belki bana.


ağustos 2005 civarı yine sıkıcı bir pazar akşamı aldığım kararlar:


1- tüm derslere girilip, tüm metinler okunup, sınavlara çalışılıp bu dönem okul bir çırpıda bitirilecek. (tavize tahammülü olmayan en katı kural bu)


2- çeşitli beyin mıncıklayıcı tüketim maddelerinden uzak durulacak, hayat fıldır fıldır gözlerle, daha dinç yaşanacak. (dr.alban öğretileri)


3- uyku düzeninde bir istikrar sağlanacak. geceleri erken yatılıp sabahları erken kalkılacak. bir yumurta sütle çarpılacak. (sütün ilahi gücüne yönelik bir proje)


4- saçlar hiç gözünün yaşına bakmadan kesilecek. yetmezmiş gibi sakalın da kökü kazınacak. (iki buçuk sene görüşülmeyen berberle eski samimiyeti kurma çabası da bu kural kapsamında)


5- bilgisayar artık adının hakkını verircesine sadece bilgi sayacak. download yapacak, google ana sayfa olacak, oyunlar silinecek. ve bunun gibi şeyler. (bilgisayar koltuğunun ömrünü uzatmaya yönelik uzun vadeli proje)


6- sigara konusuna bir çözüm bulunacak. ("sigara bırakılacak" demeye cüret edemediğim için yumuşatılmış tatlı su kuralı)


7- kişisel gelişime katkı sağlayacak çeşitli oda içi aktiviteleri tertiplenecek. (ne olduğu halen belirsiz kural)


8- gezmelere az ama öz çıkılacak. (ekonomik tasarruf paketi)


9- karşı cinsle özel ilişkiler kapsamında takınılan badak ve umursamaz tavır tarihin tozlu sayfalarına gömülecek. ("nisan mayıs ayları, gevşer gönül yayları" temalı çalışma)


10- ne yardan vazgeçilecek, ne serden. (geçerliliği için üstteki görevin tamamlanmış olması gereken bağıntılı kural)


11- her şey çok güzel olacak. (maddelere genel bir bakış ve motivasyon amaçlı)


şimdi de nisan 2006 itibariyle sonuçlara göz atalım:


1- taviz verilmedi. harfi harfine uygulandı. böyle giderse üstü çizilecek bu maddenin yaza kadar. yordum epey.


2- dr.alban öğretilerine bir kaç kaçamak haricinde sadık kalındı. onlar da sayılmaz zaten. gözlerim fıldır fıldır olmasa da eskisine nazaran daha anlamlı bakıyor.


3- uyku düzeni aynı saçmalıkla kararsızlığını koruyor. ama gece yatarken o çalar saat bir kere kuruldu mu sabah istenilen saatte kalkılıyor. acı yok!


4- saçlar üç numaraya vurduruldu. sakalların kökü kazındı. orhan gencebay bıyığı bırakıldı. berberin çayı içildi. üzeri çizildi bu görevin. mission accomplished! budur!


5- bilgisayar koltuğu geceleri dolu, ama gündüzleri artık boş oluyor. download gırla, google'a arada bakılıyor. tek bir oyun kaldı, o da zararsız bir şekilde duruyor kendi çapında. kabasını aldım bu maddenin de.


6- duman sabah akşam ciğere doldu. çakmakların gazı bitti. paketler tüketildi. yalan oldu bu madde. olmamalıydı, ama oldu.


7- bu maddeden kasıtın ne olduğu halen anlaşılamadığı için ileri bir tarihe ertelendi. anlam kazandığı gün üzerinde çalışmaya başlıyacağım.


8- gezmeler saat, sapıtma düzeyi ve hafta başına düşen nicelik yönünden kısıtlandı, adama benzedi. param da cebimde kaldı.


9- bu madde geçersiz bir işlem yürüttü ve kapatıldı.


10- ön koşul standardı sağlanamadığı için bu madde de üsttekinin kuyruğuna takılıp gri gandalf misali karanlığı boyladı.


11- bu madde sonraları çok komik geldi. hem 10 madde daha resmi, daha derli toplu duruyor gibi.


cevap anahtarını kağıdın üstüne koyup bakarsam 4 doğrum 4 yanlışım 3 te boşum var. doğrular yanlışı götürünce geriye 3 netim kalıyor. sorulardan biri (11) iptal edildi. sonuçta 3/10 totalde yaptığım skor. barajı geçer miyim? zor. ama daha da çok çalışıcam söz. olacak bu iş. ne diyorduk? çardak.. üsküdar'da fabrikası vardı bu çardak'ın. içini merak ederdim hep, giremedim ama hiç, almadılar. öyle her isteyen her istediği yere giremezdi zaten o zamanlar. ekmeği de karneyle verirlerdi. benim karnelerim hep kurdelalı olduğu için sorun olmazdı ama. biz ailecek benim karnelerimle hayatta kaldık o yıllar. şimdiki çocuklara bakıyorum da. zor, çok zor..