şimdi ben de misal yoğun soğuk algınlığıma, baş ağrılarıma, kapalı burun deliklerime ve şişmiş bir boğaza rağmen 5 derecelik bu havada camı sonuna kadar açmış sigara-çay keyfi yapıyorum. hasta oldum diye bu zevkten kendimi mahrum bırakmam aptalca geliyor çünkü. üstteki alıntı da epikür'e aittir. epikür de grip olduğunda sigara içerdi zaten.
hedonizm, çağımızdaki pek marjinal ve asi gençlerin "ye, iç, seviş" düsturuna oturtulmaya çalışılan gariban bir düşünce biçimi ne yazık ki. benim (ve eminim epikür'ün de) "hazcılık" anlayışının yanında pek esamesi okunmaz bu üç eylemin. bunlar zaten insan denen canlı türünün zoraki ihtiyaçları diğer tüm hayvanlar gibi. içgüdüsel ve fiziksel bir ihtiyacı gidermek üzere gerçekleştirilen bir eylemden alınan haz kısıtlıdır. mühim olan "yapmazsan nolucak canım ölür müsün?" denilen ufak hazların yüceliğinde, kaçınılmazlığında. gün içinde ne kadar kötü şeyler yaşansa dahi gece ulaşılan evin huzuru. bilgisayar başında içilen bir sigara, kullanılan bir ocb. earl grey. su. evet su içmek. saçlarımla oynamak. ya da sadece oturmak. oturup bir şeye bakmak, izlemek te mühim değil. rahat bir pozisyonda nefes alıp vermek. bakılan kadrajdaki renkleri görmek. yaşadığını hissetmek. hazlara ulaşabilmenin mutluluğunu genel bir mutluluğa taşıyabilmek. mutluluktan kasıt ta farklı burda. "ay çok mutluyum öpücem" cıvıklığı değil. daha dingin ve daha olgun bir mutluluk.akvaryuma bakarken kendi sınırlarını çizdiğin bir dünyaya koyuverdiğin balıkların canlı olduklarını görmek. bu daha çok tanrısal bir haz mesela. üstün olma hazzı. bir şeylere yaşam verme hazzı. üç tane balıktan ibaret olsa da doğayı kendi odana hapsedebilme hazzı. doğanın kendisinden korkarım ben zaten, kendi ölçütlerim içinde daha güzeller. hiç estetik ve etik değil ama kesinlikle haz verici. bu yüzden.
hayatın küçük detaylarından mutlu olmak gibi klişe bir amelie'cilik oynamak istemiyorum burda. yaşadığım hazları küçük detaylar olarak görmüyorum çünkü. "evrenreki her obje", epikür'ün dediği gibi. evrenin kendisi aslında. evrende var olmaktan mutlu olma. bir mavi-yeşil algler, bir kafadan bacaklı, bir hamam böceği olarak değil, insan olarak kainatta yerini alma. ve beş duyumuzun el verdiği müddetçe yaşanabilecek her türlü dingin, çiğ olmayan zevki emebilme fırsatı. diyeceğim odur ki hazdan korkmayalım efendim, ona değer verelim, onu bir taviz verme lüksünde görmeyelim. hazdan kaçanlar, korkanlar da zaten pis plazma insanlarıdır. hiç sevmem.
ps: google'dan hedonism görüntülerini aratınca böyle bikinili kızlarla çılgın atan yarmalar, havuzlu mavuzlu lüks residanslar, pahalı içki şişeleri falan çıkıyor. onlar da güzel bak.
alttire
ama.aman
doli incapax
donna quijote
folyo
kusmuk
ligeia
morpheia
northern
remedios
sexenler
sikinti
tekmetokat
the abyss
ttku
z42
soldaki görüntüyü sanırım çoğumuz tanıyoruz. işte birinci! norman bates abimizin perdenin ardından kurbanına usulca yanaştığı meşhur psycho sahnesi. bu görüntüden bir kaç saniye sonra şüphe yok ki o perde açılacak, norman bıçağını kadına hunharca saplamaya başlayacak ve film siyah beyaz olmasına rağmen duş deliğinden akan oluk oluk sıvının su değil kan olduğunu göreceğiz. ahh norman ah.. yapacağını yapacaksın yani yine. oedipus kompeksli hasta insan seni..
usher evi'nin çöküşü öyküsünde e.a. poe'nun karakteri roderick usher'a verdiği bir özellik var. roderick kız kardeşiyle birlikte yıllardır inzivaya çekildiği eski bir malikhanede sessiz sakin yaşıyor. ama bu yaşamaktan biraz farklı. kendisinde "acuteness of the senses" var. "duyu fazlalığı" diyelim biz ona. bu hastalık roderick'i her gün biraz daha söndürerek onun "öz"ünü emiyor. roderick'in duyu organları o kadar hassas ki herşey ona acı veriyor. diğer insanlar için normal desibelde bir ses ona aşırı, malikhanesinde sessizlik kol geziyor bu yüzden. herşey sakince, yavaşça yapılıyor. tadı daha az olan yemeklerle karnını doyuruyor. giydiği kıyafetler bile hafif, üzerinde ağırlık yapmayacağı ipeğimsi şeyler olmak zorunda. tam anlamıyla bir "sönüklük" abidesi yani.