vefa denen garip istanbul semtinde salaş bir lokantaya girdik akşama doğru. ciğere ketçap-mayonez isteyip istemediğimi sordu garson. cevap tabiki hayırdı, arnavut ciğeri dediğin sade olmalıydı. "yeni jenerasyon bozmayı seviyor, ondan sordum." dedi. yemekleri bitirip çıktık ağzımızda sigarayla. ayrıldık. vezneciler, unkapanı, eminönü, üsküdar. yol zaten bitmek bilmiyordu, bari güzergahımda daha şık semtler olmasını dilerdim. evime giderken bir ortaköy, bir bebek görmek isterdim mesela. ama her gün görmek zorunda olduğum yerler de en az benim kadar özensiz ve sönüktü. ama yine de eğreti duruyordum, yabancı hissediyordum. vapurda saçları rastalı, gürültülü biçimde sakız çiğneyip duran bir çocuk takıldı gözüme sonra. türk halkı linç etmeyi severdi. birbirini tanımayan insanların bulunduğu bir toplu taşıma aracında tüm bakışlar birine çevriliyorsa ve nefret doluysa bu da linçti. çoğunluk tekili rahatsız ederdi bu topraklarda sürekli. diğer olmak çok kolaydı. çocuklar gülerek, yetişkinler bakarak, yaşlılar söylenerek tepki gösterirdi. ben de gözümü dikip baktım diğerleri gibi. bana garip geldiği için değil, çoğunluğa uymanın verdiği rahatlığı bir kez de olsa hissedebilmek içindi. vapur yolcularını çoğunluğa akıtıyordu iskeleye yanaşınca. karaya ayak basanlar artık vapur yolcusu değil, semtin yayaları oluveriyordu. düzenli, pürüzsüz bir akış vardı her yerde. kimse göze batmıyordu. yeni jenerasyon bozmayı seviyordu halbuki, ama hak yol olması gerektiği gibi sadelikten geçiyordu.
ps: bir de 2006'yı deneyelim bakalım..