konunun girizgahını bulmakta zorlandım biraz, ama şöyle diyeyim. artık müziğin bana bir şeyler anlatmaya çalışmasını ve bir fikir sunmasını istemiyorum. filmde de böyle bu. edebiyatta da. sanat eserleri kurmaca bir ambiyans sunsun, biz alıcılar da girelim içlerine onu hissedelim bir süre. söylenecek her şey söylenmiş. her duygu, düşünce birbiriyle çarpılıp üretilmiş her şeyden önce. bir de neden birileri birilerine kendi doğrularını söylemeye ve yapıtlarına böylece bir hedef koyup onları sınırlandırmaya çalışsın ki zaten. "bunu dinlediğinde hüzünlü olacaksın." diyen bir şarkı neden dinlensin? "bu kitap size ihanetin öbür yüzünü gösterecek" diyen bir adamın ben nesini okuyayım? şartlandırılarak edindiğim bir duygu bana artık yapay geliyor. hüzün müziği, dans müziği, trip müziği yok. insanın karmakarışık ve çözülemez bir ruhu, bu ruhun da üstünü anne şevkatiyle örten müzikler var. örtü modelini seçip kullanıyorsun. ama altında şekilden şekile girmek için değil bunlar. kendini örtüyle özdeşleştirmek için hiç değil. o bir araç, çıplak kalmayalım diye. ötesi yok. bir müzik türünün insanları "-ci"ci, -"cı"cı yapması, onları budayıp hayatlarına yön vermesi çok aşağılayıcı. ama yine de 60'larda yaşayıp bir müziğin peşinden kitlelere katılıp gitmeyi isterdim. müziğimin bir şeyleri anlatmasını, bir şeyleri simgelemesini çok isterdim. ya da gönülden bağlı olduğum bir kitabı okurken yanımdakileri sinsice süzüp tepkilerini görmeyi. ah ama ne yazık! bir filmi izleyince hayatlar da değişmiyor artık. değiştiğini iddia edenler, değişecek bir hayatları olduğu için şanslı olduklarını farketsin önce bir. ilk seviyeyi atlasın, sindirsin. sonra öyle bir ihtiyaç hissetmeyecek zaten. eserler öylece üzerimizden geçip dursun sırayla. biz de bakıp bakıp alkışlayalım ne güzel yapmışlar diye. beş duyu organı kafi bunun için. dokunsunlar birine, okşasınlar. beni mutlu edince çekip gitsinler sıralarını başkalarına verip. böyle böyle sanat yellozu oluyoruz zaten bir süre sonra da. üzerimizden geçenlerin yüzlerine bile bakmıyoruz. çağın tüm muhteviyatı gibi bunlar da tüketilip most-modernizm çöplüğüne atılıyor en son. orasının sınırı yok zaten, ne koyarsan alır. misal, bu yazıyı da poşete koyup kapının önüne bırakıyorum şimdi. bir zahmet biri atsın benim yerime.
ama hocam bunu şöyle düşününce ne olacak?
tadına daha önce baktık diye bir daha makarna yemeyelim mi yani? o gıdaysa.. sanat ta birgıda sonuçta..