sırf annem hediye ettiği için kullandığım, kulaklarımı bir türlü örtmeyen beremi aşağı çekiştire çekiştire yürüyordum. kaldırımın henüz vıcık vıcık olmamış, daha beyaz duran yerlerinden seke seke ilerlerken hava da kararıvermişti. koşuşturmaca, kornalar, konuşmalar, kızarık burunlar, ağızlardan çıkan duman, soğuk. yarım saat sonra eve vardığımda en az üç gün dışarı çıkmak için hiç bir sebebim olmayacağından huzurluydum ama. bu alışveriş merkezine de bu yüzden gelmiştim. elimde puzzle aldığım oyuncakçının torbası, bata çıka adımlar atıyordum. binanın önünde, palmiyelerin "bizim burda ne işimiz var?" dercesine dikildiği bahçemsi alanda zeminin tek rengi beyazdı. hem de pasta kreması gibi kalın ve pürüzsüz bir beyaz. doğa nine yine yapacağını yapmış, olabilecek en estetik biçimde örtmüştü yüzeyi. hiç bir keskin hat, hiç bir göze batan kirlilik yoktu bu bahçede. derken arkamdan ayak sesleri duydum. ele ele tutuşmuş iki sevgili kahkahalar atarak o hiç dokunulmamış karın bulunduğu bahçeye dalıverdi botlarıyla. bahçeyi ayak izleriyle doldurup tekrar kaldırıma geri koştular. memnuniyetlerini bir öpücükle perçinleyip önümden yürümeye devam ettiler. artık kar kusursuz değildi orada. kahverengi ayak izleriyle dolmuştu. insanlar olarak imzamızı atmıştık her zamanki gibi. huzurum zedelenmişti. kirlenmiş bahçede palmiyeler hala geldikleri sıcak yerlere gitmek istiyordu. belki önünden üsküdar-ümraniye minibüslerinin geçmediği, bir alış veriş merkezine ait olmayan ve başkalarının sırf dokunulmazlığını bozup rahatlamak için dalmadığı daha ilkel bir yere. ilk defa bir palmiyeyle aynı duyguları paylaştığımı hissettim o an. tadım daha da kaçtı sonra. üzerindeki kar tabakası kısmen talan edilmiş, yine de bir metrekarelik bir bölümü hiç bozulmamış bir arabanın üzerinde avucumu gezdirdim. tek elimle cılız bir kartopu yapıp orta şut karışımı bir vuruşla caddeye gönderdim ben de. bu da benim isyanım olsun. ne bileyim. (
puzzle'ımı da aldım, evime de geldim mutluyum işte. benim isyanımdan ne olur.)