04:53 - 07 Mayıs 2006
sekiz kırk beş günleri
"bunca yıllık hukukumuz var, olacak iş mi şimdi senin yaptığın?" diyordu sabri bey amca apartman kapısının önünde. telefonda konuştuğu kişiye hayli kızmış gibiydi. saat sabahın yedi buçuğu. bir insan bu saatte hukuk kelimesini neden kullanır, tartışacak çemkirecek birini nasıl bulurdu bilmiyordum ama bildiğim bir şey varsa o da sabri bey amca'yı sorgulamanın çok saçma olduğuydu. duygusuz bir gülümseme ve şişkinlikten kapanıp açıldıkları neredeyse belli olmayan gözlerimi kırparak kendisini selamladım. bu aralar istanbul'un havası hepten saçmalamış durumda. montla hırka arasında her sabah zor seçim yapmak zorunda kalıyordum. hangisini giyersen giyeyim kesinlikle öğleden sonra pişman oluyordum ama. o yüzden evladiyelik ev hırkamı dışarı çıkarken de değiştirmemeye karar verdim. en azından onu giydiğim zaman huzurlu oluyordum. yolun beşinci dakikasında beni bir üşümedir aldı yine. ama vapurda içeri oturup yağlı camlardan denizi boş bir elle seyretmek kadar sıkıcı olamaz hiç bir şey. yine dışarı oturdum arada bir titresem de. istanbullular vapur sigarasının değerini iyi bilir zaten, tasvire övgüye gerek yok.

yine aynı saatte vapurdan karaya atlayıp aynı saatte tramvayı beklemeye başladım. dışarıdaki hayata kapılıp gitmenin en zor kısmı ne yorgunluk ne de başka bir şey. bu rutinlik adamı günden güne un ufak ediyordu. yorgunluk rutinin içinde bir süre sonra kaybolup gidiyordu zaten, yaşamanın farkındalığıyla alakalı olsa gerek. çantamın ağırlığı da bu farkındalık için iki kilodan sekiz kiloya çıkmıştı. disk man, kitaplar, dergiler. bir gün içinde hepsini kullanmasam bile her an erişilebilir olmaları beni mutlu ediyordu. çanta önemliydi o yüzden. dolabının bir bölümünü yanında taşımak zahmetli ama buna değerdi. bunları düşünürken önümde duran metal tam ortadan ikiye yarıldı. tramvay kapısı hesapladığın zaman önüne denk gelmiyor nedense, ne zaman dalgın olsam önümde açılıyor kapı.

dersin başlamasına daha yirmi beş dakika vardı, bu da amfi önünde bir çay iki sigara içebilmek demekti. fakülte kapısının önünde durdum. dört-beş güvenlik görevlisi kolkola vermiş içeri girmeye çalışan bir grubu engellemek için etten duvar örüp canla başla ayakta durmaya çalışıyorlardı. bu manzara günün anlamsızlığına daha da anlamsızlık kattı. ortada bir hengame vardı, ama ne onlar ne de grup ses çıkarıyordu. sadece suskunca birbirlerini itip duran bir insan yığını görmek, hele hele bu saatte görmek çok absürt. sanki temsiliydi her şey. piyesvariydi. rutinin bir parçasıydı. ses çıkarmadan rolünü oynuyordu, görevini yapıyordu herkes. böyle olmamalıydı sanki. bu olmamalıydı.

çay ve sigaradan sonra amfiye girdim. "so" kelimesi ile derse başlayan hocalardan biri vardı yine önümde. bunca yıllık hukukumuz var, bir "merhaba" demek bu kadar zor muydu?
 
geven yazdı
yazı linki -


2 yorum: