
gözlerimi açtığımda annemle burun buruna geldim. gözleriyle bir şeyler söylüyordu sanki. suratında acizlik ve korku vardı. konuşmuyordu da. anlam veremedim, doğrulup kalktım yatağımdan. oda sessizdi, ev de. hatta dışarısı da. anneme bakıyordum, ağzından çıkacak bir iki kelime bekliyordum ama inatla suskundu. perdelerin hala kapalı olduğunu farkettim. açmak için elimi uzattığımda annemin arkamda titreyerek iç çektiğini duydum. korkarak dışarıya baktım. kaos. insanlar, arabalar, kediler, yapraklar. her şey ama her şey takip etmesi güç bir hızda hareket halinde. bir koşuşturmaca var ortada, dehşet dolu bir koşuşturmaca. ağaçlar devriliyordu. camlar kırılıyordu. bu hengame yerin sarsılıp önümdeki caddenin diklemesine ortadan ikiye yarılmasıyla akıl almaz bir boyuta ulaştı. yer, üstünde ne varsa bataklık gibi içine çekiyordu. sonra bir uğultu koptu. kafamı camdan yukarı kaldırdım. edi. evet, bildiğimiz susam sokağı'nın edi'si. bulutların arasında, kilometre karelerce büyüklükte, göz altları mosmor, o her zamanki bezginlikte üzerinde pijamalarla dünyanın tepesinde duruyordu. tanrı'yı görünmüştü artık. son gelmişti. annem kabul etmiş, sakin bir tonda fısıldadı: "kıyamet kopuyor."
bir direğin en ucuna sarılmış, etrafıma bakıyordum. karanlıkta tek seçebildiğim bembeyaz bir gemi ve üzerindeki sönük ışıklardı. ama bu beyaz bir garipti. sanki pasta kreması gibi, çol dolgun ve katı değil. geminin yüzeyine dokunsam parmağım içine batacakmış gibi. ucunda durduğum direğin beyazı da öyle oldu aniden. aşağı kaymaya başladım. suya girdiğimde direği bırakıp yüzmek ve karaya çıkmak istedim ama beyaz buna müsade etmiyordu.tüm vücudum ona sarılı kalmıştı, kopamıyordum. nefesimi tuttum. yavaş yavaş iniyordum hala. suyun içinde dikdörtgenler görüyordum. saydam ve iki boyutlu kutular. içlerinde de bir yerlerden tanıdık gelen ama deforme olmuş insanlar. toplu iğne gibilerdi. suratları olmamasına rağmen bana baktıklarını hissedebiliyordum. kutuların içinde çizgi halindeki vücutları yılan gibi kıvrılıyordu. nefesim yetmiyordu artık. yukarı çıkmak istedikçe daha da hızla aşağı kayıyordum. suyun dibi göründü sonra. dans eden yosunların arasında direk sona eriyordu. dibe değer değmez nihayet serbest bırakıldım. yüzeye çıkmak için var gücümle ayaklarımı çırpıyordum. ama suyun kaldırma kuvveti pek işlemiyordu burada. kutular hep aynı hizamda duruyordu çünkü. ayaklarım yoruldu. gözlerim karardı. boğulmaya başladım.
ben rüyalarımda korktuğum kadar hiç bir zaman korkmadım şu hayatımda. bilinçaltı sinsidir. bilinçaltı şeytandır. en zayıf noktalarını çok iyi bilir insanın. kafası attı mı korkunun dehşetin alasını yaşatır ona. ilk rüya yükselik. daha bu hafta gördüm. ikincisi kıyamet. orta okul yıllarından. sonuncu da boğulmak. bir kaç sene olmuştur. yükseklik ve boğulmayla ilgili kabuslar sık görürüm. hala korkuyorum ve var olduklarını biliyorum çünkü. ama artık kıyamet rüyaları görmüyorum mesela. edi'yi de.
off, offf...
benim medyumlu rüyadan daha da çılgın bir rüyaymış bu. garip bir şey bu bilinçaltı.