hastane kokusundan oldum olası tiksinmişimdir. midemi bulandırır. mezarlıklardan daha çok moralimi bozar hastaneler. ziyaret saatini kaçırdığımız için kapıdaki devlet memurundan içeri girmek için yalvar yakar izin almaya çalışırken etrafıma bu yüzden bakmamaya çalışıyordum. çünkü ne zaman başımı kaldırsam ya elinde serumla dolaşan bir ayağı çukurda hastalar, ya da suratındaki durgunlukları bakanı rahatsız eden hasta yakınları görüyordum. aslında kimse ne olumlu ne de olumsuz bir duygu gösteriyordu burada, herkes yalandan bir kadercilik oyunu oynayıp gıkını çıkarmadan sonunu bekliyor gibiydi. hastanelerden bu yüzden tiksiniyordum. hayatın dışında, kopuk ve ölü toprağıyla örtülmüş saçmasapan bir yerdeydim. zaten iki gram olan enerjim de balon gibi sönmüş, mekanın ruhaniyetine ister istemez uyuvermiştim. bu durgunluğum odaya girince de devam etti. karşımdaki yatakta, kafası kazınmış ve derisi çekilmiş bir şekilde acınacak halde duruyordu işte çocukluğumun önemli bir parçası. farkettirmemeye çalışsa da bize bakarken utanç duyuyordu. ben buna nasıl tahammül edebilirdim? ya da ona nasıl teselli verebilirdim? hiç bir fikrim ve daha da kötüsü hevesim yoktu. formalite icabı üç dört kalıp cümle döküldü ağzımdan. eğilip yanaklarını öptüm. bu bana her zaman olur. karşımda sağlığını yitirmiş biri olduğunda kendi sağlığım yüzünden utanırım. aç birinin gözü önünde yemek yemek gibi. ya da yatay ve dikey olmanın arasındaki uçurum. bu yüzden utancımdan gözlerimi kaçırıyordum. biz vedalaşıp kapıya yönelirken hıçkırıklara boğuldu arkamızdan. belki de ölümün idrakı ameliyatlı beynine yeni yeni oturuyordu. duymamazlıktan geldik. rol yaptık. utandım. hastanenin kokusu giderek ağırlaştı. neredeyse burnuma akan o yoğun kokuyu gözlerimle görecektim. kendimi dışarı zor attım. midem bulanıyordu.
ben dün akşam durup dururken hasta oldum. önce boğazım şişip sertleşti, sonra bir kırgınlık çöktü, en son da üşümeye başlayıp temmuz'un ortasında battaniyenin altına girdim. bilgisayar başında titreyip hastalandığımdan emin olduğum zaman the curse of monkey island'ı da nostalji olsun diye bir kez daha bitirmiştim nihayet. adventure ruhumu epey bir kaybetmişim, neredeyse ezbere bildiğim oyunu 6 saatte bitirebilmiştim. gerçi tüm diyalog varyasyonlarını bilhassa deneyip şu ana dek şahit olmadığım onlarca esprisini keşfetmiştim oyunun. uzun sürmesinin sebebi buydu. kendimi güç bela yatağa atarken zor bir gecenin beni beklediğini biliyordum. hastane, yolculuk, monkey island derken uyuduğumu görür görmez bilinçaltımdan kopup gelecek yığınla şey birikmişti kafamda. bu karmaşa, hastalanmakta olan vücudumla birleşince muhtemelen gecemi mahvetmek için yeterli saçmalığı sağlayacak raddeye gelecekti. ki haksız da çıkmadım. tüm gece boyunca ateş sakallı lechuck'ın beni hastane koridorlarında kovalamasından tutun da dün başında hüzne boğulduğum hasta yatağında elaine'in altına dönüşmüş halini görmeme dek pek çok anlamsız rüya gördüm. dahası yarım saat arayla uyanıyordum hep, hayaller gerçekler birbirine karıştı. üstümdeki battaniye ve değişip duran vücut ısım işin tuzu biberi oldu. dün gece çok kötüydü.
kahvaltı sonrası sigarasını zar zor içtikten sonra tylol hot için suyun kaynamasını bekliyordum. hastaneyi aradım, annemin dediğine göre yine aynısı olmuştu. ilk beyin ameliyatı sonrası bir günlüğüne bilincini kaybedip tam anlamıyla saçmalamıştı adamcağız. kendisini evde zannetmeler, kızlarına küfür yağdırmalar, kahkahalar içinde çırıl çıplak soyunmaya çalışmalar. ameliyatın kendisi değil, sonraki ilk günü çok zor geçiyor bu yüzden. ve ikinci ameliyat sonrası yine aynı durum. bu sefer daha melankolik, hıçkıra hıçkıra ağladığını duyabiliyordum telefondan. ahizenin deliklerinden çıkan hastane kokusu etrafıma yayıldı. midem bulandı. yine bir iki kalıp cümle sonrası telefonu kapattım. bu sıcakta tylol hot hiç çekilmiyordu, ama azim edip dudaklarımı kupaya yapıştırdım. limon gibi değil bu tür tozlar, medikal bir tadları var. hastane gibiler. içtikçe daha çok midem bulandı bu yüzden. bilgisayarın başına oturup the curse of monkey island'la ilgili daha önce keşfetmediğim hintlere bakarken öyle bir şeye rastgeldim ki ne midemin bulantısı kaldı ne de başka bir şey. şimdi detaya girmeyeyim, ama oyunun bir bölümünde shift+J kombinasyonunu kullanarak kılıç seslerini lightsaber efektine dönüştürmek mümkündü. hemen denedim, işe yaradı. ah lucas arts! ah seni şakacı. ah seni oyunbaz.. ne denirdi ki şimdi buna? bir an için her şeyi unutmuştum. suratımdaki aptal gülümse uzun bir süre öylece kaldı. derken midemden gurultular geldi, bir volkan gibi içimde sıcak bir şey boğazıma doğru yükseldi. klozete koştum. banyoda öğürürken artık duygu çalkalantılarım da hat safhaya ulaşmıştı. her şey karıştı. üzgünüm. şaşkınım. bezginim. mutluyum. hastayım. utanıyorum. nasılsın denince cevap veremiyorum bugünlerde..
benim lan benim..