değişimi ve aksiyonu teoride hep destekleyen ama pratikte çuvallayan biri olarak yaklaşık on beş gündür bir rüyada gibiyim. her şey fayanscı ziya usta'nın banyo mermerlerine indirdiği
balyozla başladı. o gün bu gündür evimiz hep tadilatta. sürekli bir hareket, bir devinim, bir usta trafiği mevcut. sancılı bir dönem geçiriyoruz. tüm aile kenetlendik, bu zor günleri atlatma çabasındayız.
sinirlerimiz bozuldu. durup durup birbirimize gülüyoruz mesela. ya da fayans derzlerinin parlaklığına dalıp
clementine'in müziğini hatırlamaya çalışırken bulabiliyorum ben kendimi. fantazya ve gerçeklik arasındayım. sabahın sekiz buçuğunda uyandırıldıktan maksimum otuz saniye sonra altmış beş kiloluk bir mobilyayı yan odaya taşımaya çalışırken uykumda gördüğüm rüya devam edebiliyor. hem rüya görüp hem mobilya taşıyabiliyormuşum ben, böyle bir meziyetim varmış. su tesisatçısı kasım usta ve mutfak dolapçıları
ölmez kardeşler bir bulaşık makinası musluğu yüzünden birbirine küsünce balkona çıkıp ağlamamak için kendimi zor tuttum evelsi gün. allahtan
duşakabinci araya girdi de iş tatlıya bağlandı. ne de olsa tüm ustalar birbirini tanıyor enteresan şekilde. birbirlerine karşı çok köklü ve etik bir hukukları var. boş kaldığım vakitler onları gözlemliyorum hep. iki ustanın arası açıldı mı üçüncüsü ustalık görevini yerine getirip aralarını yapıyor muhakkak. yapmazsa dördüncü usta üçüncü ustayı diğer iki ustanın durumuna kayıtsız kalmakla ayıplayabiliyor. ustalık dünyasının kendi kuralları, kendi normları, kendi adalet düzeni var. onu çözdükten sonra gerisi kolay.
dungeons and dragons gibi bir şey. bu dünyada kimisi bir parkeci, kimisi bir badanacı, kimisi bir tesisatçı. hayatlarını idame ettirmede olumlu ve olumsuz özelliklere sahipler. hiç biri mükemmel değil, ama doğal seleksiyonda öyle kolayca pes edecek kadar zayıf ta değiller.
survival of the fittest olayı değil yani bu. muazzam bir dengeden, armoniden bahsediyorum. ya da ben fayans harcından, tinerden, vernikten sarhoşum iki haftadır. gerçekliği saptırıyorum, kafamda var olmayan şeyler kuruyorum. zaten dediğim gibi her şey içiçe geçti. finaller, tadilat, dünya kupası. 2006'nın haziran ayı benim için pek çok çağrışımla dolu olacak. belki bir tesisatçı kasım usta,
suya hükmeden, suya yön veren. belki fayanscı ziya usta, parmakları naçar kalmış ama dirayetiyle malasına harc seren. belki arjantin'in bu akşamki oyunuyla beklentileri karşılayamaması. belki postmodern roman yüzünden okulu bitiremeyip bütünlemeye kalışım. belki de şu anda
tinerden mide bulantısı ve baş dönmesi yaşayıp badanası henüz beş altı saat önce bitmiş bu odada bu gece yatarsam zehirlenip ölebilirim korkusuyla yatağı holün ortasına türbe gibi dikip orada yatma planlarım.. haziran ayı hiç bitmesin istiyorum ben. karmakarışık, hatta darmaduman ama en azından çok değişik.
haziran 2006.. unutma, unutturma..
yalnızlığı bilir misin, o hep içini burkan, mideni bulandıran yalnızlığı.. bilmezsin.. bilir gibi yaparsın ama bilmezsin, çaktırmazsın, sinsisin..
sinsisin derken yüzünde oluşan tebessümü açıklayabilir misin.. yapamazsın. belki de unutulmuşluğun mahremine karanlık bir dehlizden geçip ulaşıcaksın.. korkuların olucak, yitik, bitik ve kekik olucaksın, kafiye olsun diye.. güzel kokucaksın, sızma olucaksın en güzel zeytinlerden, litrelerce banıcaklar sana.. banıcaklar.. banıcaklar..
sen hayali bir su birikintisi olup kanalizasyon kapaklarına akıcaksın, aşağı damlayıp denize karışıcaksın..
o diil de, şanlı gaveynus, sıvadan, harçtan anlar oldu diyorlar senin için, köyün kızları göz süzer, kilim dokurlarmış sana..
(midem çok kötü, uyuyamıyorum, kola içtim demin iyice kötü oldu, delmeyelim gece gece)